Hakkımda

Fotoğrafım
Hep yazsak hiç konuşmasak.

10 Haziran 2010 Perşembe

İsmi de, Hissettiğim de Sevgi'ydi.


Kaymakamlıktan hızlı adımlarla çıkarken çay ocağındaki radyoda en sevdiği türkünün çaldığını fark etti. Kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Belli ki türkü iyi gelmemişti bünyesine. Adımları yavaşladı. Kapının önüne zor attı kendini. Gömleğinin cebinden evde sardığı sigaralarla dolu plağını çıkarıp içinden bir sigara aldı ve yaktı. Dirseklerini merdivenlerin yanındaki korkuluğa dayayıp sigarasını içti. Sigarası bitince kravatını gevşetip gömleğini pantolonunun üstüne çıkardı ve arabaya doğru yürümeye başladı. Yazın en sıcak günlerinde kurak orta anadolunun bu kurak ilçesinde tek serinleticisi küçük bir vantilatör olan kaymakamlıkta staj yapmak zor geliyor olmalıydı. Yılın yarısından fazlasını yurtdışında inşaat işçisi olarak geçiren babasının son geldiğinde aldığı, bu küçük ilçe için büyük bir havası olan arabasını çalıştırdı. Annesinin, gelirken almayı unutma dediği mutfak malzemelerini almak için şehrin tek büyük caddesindeki markete geldi. Aldıklarının parasını ödedi ve poşetleri arabanın bagajına koydu.

Eve doğru çıkarken yine en sevdiği türküyü duydu. Kafasını çevirdiğinde yan apartmandaki komşuların halı yıkarken bu türküyü söylediğini gördü. Bir gün içinde bu anı iki kere yaşamak şaşırttı onu. İstanbul’da okulu devam ederken her akşam yurt odasındaki arkadaşına bağlamasıyla bu türküyü çalmasını rica ederdi. Ancak bu sebepsiz değildi. Sebebi ise sevgiydi. İsmi de, hissettiği de Sevgi.. Anne tarafından uzaktan bir akrabasının kızıydı. Her şeyi göze alarak başlamışlardı ilişkilerine. Büyük sözler verilmiş, ailelerde işin içine girmişti.

Bir gün biranede otururken babasının; “Oğlum sen ailemizin tek erkek çocuğusun. Üzülmeni hiç istemem. Sevgi konusunda ciddi misin?” Sorusu üzerine; “Ciddiyim baba. Ancak senin bu soruyu sormandaki sebep farklı.. Bu soruyu soruyorsun çünkü kızın kürt olması hoşuna gitmiyor. Yıllarca her gittiğin yerde ben kürt gelin almam diyebildin. Büyük konuştun. Şimdi ise bu durum senin için gurur kırıcı oluyor. Ama ben onun için her şeyi göze aldım” demişti. Babası kahrolmuştu fakat sırf oğlu üzülmesin diye sesini çıkarmamıştı.



Ancak ne olduysa bir ay sonra olmuş ve bir anda ayrılmışlardı. Ayrıldıklarında İstanbul'daydı. Apar topar memleketine dönmüştü ancak kimse neden ayrıldıklarını bilmiyor, ikisi de anlatmıyordu. Üzüntüden öyle kötü duruma gelmişti ki, annesi, boğazından bir lokma yemek geçsin diye akşama kadar yalvarıyordu. Haftalar geçti ancak herkesi üzen bu durumla ilgili tek kelime çıkmadı ağzından. Bu durum psikolojik olarak da etkiledi onu. Durup dururken ağlama krizleri geçiriyor, kafasını duvarlara vuruyordu. Bunun ilk farkına varan ailenin okumuş dayısı onu doktora götürmesi gerektiğini artık bunu herkesin yaptığını uygun bir dille ifade etmeye çalışmıştı. Başarılı da olmuştu. Doktorun verdiği ilaçlar etkili olmuştu. İlaç kullanmadan ne zaman iyileşeceği ise tam bir muammaydı. Bu süreçte güç bela okulunu bitirdi ve tekrar memleketine döndü. İstanbul iyi gelmişti. Memleketinde boş gezip sürekli yaşananları düşünmesin diye de kaymakamlıkta staja başlamıştı.

Eve girip poşetleri mutfağa bıraktığında o kadar dalgındı ki salonda oturan dayısı ve annesine selam vermeden odasına geçti. Dayısı ise bunun farkına varmış olacak ki kapısını çaldı. İçeri girdi. Onu camda sigara içerken buldu. Dayısı da geçti yanına ve bir sigarada o yaktı. Konuşmadan sigaralarını bitirdiler. Daha sonra dayısının hadi gel biraz dolaşalım teklifini kabul etti ve dışarı çıktılar. Arabaya bindiler ve Kızılırmak kenarına varana kadar hiç konuşmadılar.

Büyük bir taşın üstüne oturup Kızılırmak’ı seyre daldıklarında dayısı sessizliği bozdu ve anlat bakalım dedi. Bir yılı aşkın süredir bu soruya karşılığı anlatmam demekti. Fakat bu sefer ne olduysa ağzından bu kelime duyulmadı. Bayadır görülmeyen gözyaşları Kızılırmak’a dökülürken benim aptallığım dedi. “Aptallık insanın en çok yaptığıdır ne var ki bunda” dedi dayısı. “Ailemi karşıma aldım. Her yerde bir sürü laf çıktı. Ama ben ne yaptım İstanbul'da bir kızın gülümsemesine kandım” dedi. Dayısında ses yoktu daha fazla şey anlatmasını ve rahatlamasını bekliyordu. “Nasıl olsa bekler beni Sevgi memlekette, burada biraz kızlarla takılmışım n'olcak diye düşündüm” diye devam etti. Ama ben bu durumu da yüzüme gözüme bulaştırdım. İstanbul'daki kıza atacağım mesajı yanlışlıkla Sevgiye attım ve normal olarak bitti, bende bittim dedi. Bunları anlatırken arabada açık bıraktıkları radyodan gün içinde iki kere duyduğu türküyü üçüncü kez dinliyordu. Türküde " Seni ilelebet benimsin sandım" diyordu. Yüzünde bir tebessüm vardı. Onu ilelebet benim sandım dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder